Ramazan bayramında, tatilin üçüncü günü kardeşim ile birlikte Kaçkar Dağları Milli Parkı’ndaydık. Kaçkar Dağları (genel olarak doğu karadeniz aslında) Türkiye’deki en sevdiğim yerler listesinde en başta yer alır. Tatil kelimesini duyunca insanın zihinde canlanan sahne genelde deniz kum güneş üçlüsü olurken, benim zihnimde canlanan sahne; sisli dağlar, yemyeşil ormanlar, dereler, vadiler filan olur (normal bir insan değilim, evet :)).
—
Amacımız sadece zirve yapıp dönmek olduğundan planımız, sabah erkenden yola çıkıp aynı günün akşamında Mezovit çayırına kamp atmak, diğer gün sabah erkenden zirve yapıp geri dönmekten ibaretti. Sabah erkenden yola çıktık, öğle vakitlerinde Ayder yaylasındaydık.
Çimlerin üzerindeki pet şişeleri, poşetleri, çöpleri filan saymazsak Ayder her zaman olduğu gibi… Bir de son yıllarda adından çokça bahsedilmesi burayı ziyaret eden turist sayısını bir hayli artırmış. Artık bir yayladan ziyade tamamen turistlik bir mekan haline gelmiş Ayder.
Ayder’de arabamızı uygun bir yere park edip, etrafta biraz dolaştıktan sonra Yukarı Kavrun Yaylası’na çıkmak üzere minibüse biniyoruz. Trafik büyük şehirleri aratmayacak nitelikte.
Sislerin arasında yaklaşık bir saatlik, son derece sarsıntılı bir yolculuktan sonra akşam üzeri saat dört civarlarında Yukarı Kavrun Yaylası’na ulaşıyoruz. Hayatımda yaptığım tartışmasız en sarsıntılı yolculuk…
Çok zaman kaybetmek istemiyoruz çünkü hava kararmadan kamp yapacağımız Mezovit çayırına ulaşmalı ve kampı kurmalıyız. Yaklaşık iki saat sürecek ve 600 metre kadar yükseleceğimiz bir yürüyüş bizi bekliyor. Yola çıkmadan önce hızlıca etrafı geziyoruz.
Birileri bu direğin dibine çöp atılmaması gerektiğini daha anlaşılır bir dille ifade etmek istemiş anlaşılan. :)
Yukarı Kavrun’dan Mezovit çayırına kadar giden patikayı bulup, yoldaki işaretleri ve baba taşları takip ederek kolayca ilerliyoruz. Zaten yoğun sisten dolayı önümüzdeki patikadan başka hiç bir şey göremiyoruz etrafta.
Sık molalı yaklaşık bir buçuk saatlik yürüyüşün ardından bir kapı ile karşılaşıyoruz. Kapıdaki “Mezovit Kaçkar” yazılarına bakarsak doğru yolda olduğumuz kesin. Kapıyı geçince büyükçe bir kayanın üzerine “Dikkat Boğa Var. Kapıyı açık bırakmayınız” gibi bir yazı yazılmış. Tabii ki ne demek diyerek yolumuza devam ediyoruz.
Kapıdan sonraki kısım buraya kadar olan yola göre oldukça dik. Patikanın dik olması, sisten dolayı etrafta hiç bir şey göremememiz ve bölgeye ilk defa geliyor olmamızdan dolayı yavaş bir tempoda sislerin arasında ilerlemeye devam ediyoruz.
İlerlerken önce garip sesler duymaya başlıyoruz: gittikçe artan böğürtüler… Sonra sislerin arasında uzakta bir siluet görünüyor: koşarak bize doğru gelen bir öküz. Kardeşim de ben de öyle hayvandan filan korkan insanlar değiliz normalde. Fakat bu öküzlerin boğa güreşleri için buraya bahar aylarında bırakıldığını ve aylarca burada kendi başlarına yaşadığını aklınızda bulundurarak sahneyi gözünüzün önüne getirin. Yaklaşık iki saattir, derenin sesinden başka ses olmayan ıssız bir yerde etrafınızı göremeden sisler içinde yürüyorsunuz. Hava kararmadan kamp alanına ulaşmalı ve çadırınızı kurmalısınız. Sırtınızdaki yaklaşık yirmi kiloluk çanta sanki gittikçe ağırlaşıyor ve bir anda garip seslerle birlikte uzaktan size doğru koşan bir öküzle karşı karşıyasınız. Derken… Ha-ha, neyse çok heyecan yapmaya gerek yok. Öküzü görünce hemen derenin karşı kıyısına geçip bir süre karşılıklı bakışıyoruz daha sonra öküz uzaklaşmaya karar veriyor. Biz de bu hareketini saygıyla karşılıyoruz.
Bu arada saat oldukça ilerliyor, hava kararmak üzere. Daha fazla ilerlemekten vazgeçip bulunduğumuz yerde uygun bir yer bulup hava kararırken çadırımızı kuruyoruz. Hava durumu hiç de iç açıcı değil. Hafif yağmur çiseliyor. Bir şeyler atıştırdıktan sonra sabah erkenden kalkacağımız için erken yatıyoruz.
Sabah saat dört gibi uyanıyoruz. Sis nispeten kalkmış fakat hava halen kapalı. İlk defa etrafımızı görebiliyoruz. Karşımızda bulutlar içerisinde 3711 metrelik Mezovit zirvesi, sessizlik, ıssızlık… Muhteşem bir duygu.
Havanın bozuk olması biraz moralimizi bozuyor. Belki hava açar umuduyla eşyalarımızı toplayıp yukarılara doğru çıkıyoruz. Öküz Yatağı Gölü ve Mezovit zirvesi… (Gölün isminin neden Öküz Yatağı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım, eheh.)
Bir kaç saat manzara izleyip oyalandıktan sonra havanın düzelmeye niyeti olmadığını anlıyoruz. Yanımızda GPS olmadığından dolayı riske girmeyip zirve yapmaktan vazgeçiyoruz ve inişe geçmeye karar veriyoruz.
İniş yolunda güneş yüzünü bir miktar gösteriyor fakat bu çok uzun sürmüyor. Aşağılarda Kavrun yaylası…
Yaklaşık bir buçuk saatlik yürüyüşün ardından Kavrundayız.
Olur da Kavrun’a indiğinizde aklınızdan lan buradan Ayder’e yürüyerek inilir ki. Şöyle manzara seyrede seyrede… gibi bir fikir geçerse, çok da kulak asmayın o fikre bence. Hele bir de antremansızsanız hiç kulak asmayın. O gün bir şey olmaz. Çok da güzel inersiniz fakat ertesi sabah uyandığınızda yataktan kalkmaya çalışırken lan benin bacaklar vardı n’oldu onlara serzenişiyle baş başa kalabilirsiniz. Bi’ arkadaşın başına gelmiş oradan biliyorum. :)
Bu arada kısa bir not: Kaçkarlara ilk defa gidecekler için son derece güzel bir kaynak: kackar.org forum kısmını da ihmal etmeyiniz.
çok ama çok güzel bir yürüyüş olmuş.havanın böyle sisli olması yürüyüş için biçilmiş kaftan. fotoğraflarda harika. böyle bir yürüyüşte kamp kurup çadır kurmak süper olur. gece yakılan ateş, üzerinde ısıtılan su, pişirilen mantarlar filan :) ama dediğin gibi etrafta çöp ve atık görmek can sıkıcı bi’ durum. daha uzun yürüyüşlere efendim.. yolunuz bol olsun..
Teşekkürler Uğur :)
Pingback: bizgi'nin günlüğü » Kaçkarlar: Neredeyse Zirve