Biri snowboard mu dedi?

Kış sporları hakkındaki bilgisi, olimpiyat oyunlarında kayakçıların slalom yaparak bir tepeden aşağı inmelerini televizyonda seyrederken edindiği bilgiler ile ekstrem spor belgesellerinde bir dağın tepesine helikopterle bırakılan bir adamın snowboard ile aşağılara süzülüşünü “vay anssını” iç geçirişleriyle seyrederken edindiği bilgilerin toplamından ibaret olan bir adamın, kayak seçeneğini direkt pas geçip “snowboard yapılır ki la, bi’ numarası yok” özgüveniyle Youtube’da izlediği 4-5 videonun ardından soluğu Erciyes’te almasının kısa hikayesidir.

Kış mevsiminde yeterli ekipmanınız olmadığında doğada yapabileceğiniz faaliyetler biraz kısıtlı olabiliyor maalesef. Kışın yapılabilecek en güzel aktivitelerden birisi -yazın da olduğu gibi- dağcılık aslında. Fakat dediğim gibi ekipman meselesi… Soğuk şakaya gelmez zira. Neyse.

Ömer ile, hafta sonu ne yapsak filan diye konuşurken -ilk kimin ağzından çıktığını hatırlamadığım- “kayak yapmasak mı hafta sonu?” soru cümlesi ortaya atıldığında bunun aslında bir soru olmadığının her ikimiz de farkındaydık; hafta sonu kesin bir kayak pistindeydik, kaçarı yok. Soruya bir cevap verilmesi gerekiyordu o da şöyle bir şeydi yaklaşık olarak: “Kayak değil de, snowboard yapalım şunu. Evet evet, snowboard.”  Sonrasında olaylar gelişir… Snowboard bir nedir? Nasıl yapılır? gibi sorular gerek Google gerekse Youtube’a sorulmak suretiyle gerekli bilgiler toplanır. Bir kaç belge okunup, bir kaç video izlendikten sonra profesyonel snowboardcu özgüveniyle, “acaba yapabilir miyiz ki?” tereddütüne hiç kapılmadan ertesi gün yola çıkılır…

Cumartesi günü sabah 10:30 civarında Erciyes’teyiz. Hava güneşli, tek bir bulut yok.

Arabayı park edip “kiralık kayak, snowboard günlük 15 TL” afişinin asılı olduğu dükkana giriyoruz.

“Buyrun efendim. Kayak mı kiralayacağız?” – biraz şaşkın, bizde kayakçı tipi mi var? Baksana bildiğin snowboardcuyuz biz havalarında – “Kayak mı?” Yok hayır snowboard.” “Peki efendim. Sizi şöyle alalım. Ayakkabı numaralarınızı alabilir miyim?” Eleman ayakkabıları getirmeye giderken biz de gösterilen yere oturuyoruz. Bir müddet sonra snowboard ayakkabıları geliyor. Ayakkabıyı zorla ayağıma geçirdikten sonra eleman, arkadaşın ayakkabılarını bağlamaya çalışırken ben de “ben kendim bağlarım ki bunların hepsini” diyerek ayakkabılara girişiyorum. “Şu ipi şuradan geçirip şuraya bağlarsam… şu alttaki ipi de buradan geçirip buraya sıkıştırırım… şu cırt-cırtı da şuraya yapıştırdım mı…” Eleman arkadaşın ayakkabılarını bağlamayı bitirip bana dönüyor: “Tamam mı sizin ki?” Kendimden emin bir şekilde: “Tabi tabi halletim ben.” Eleman ayakkabıya bakıyor: “Yalnız şu ip şöyle olacaktı… bu ip buradan geçmemiş… şu cırt-cırt da aslından şuradan şeyolacaktı…”  Eleman bütün ipleri çözüp yeniden bağlıyor. Bu sırada bendeki yüz ifadesi: poker face.

Ayakkabılar tamam. Şimdi sıra board seçme kısmında. Eleman acımasızca soruyor yine: “Sağ mı kayıyoruz sol mu?” Hmm. Güzel soru. Hemen bir flashback ile çocukluğuma dönüyorum. Ben o zamanlar ayakta kayarken sağ ayak mı önde kayıyordum yoksa sol mu? Evet hatırladım. Yine kendimden emin bir şekilde “Sol” diyorum. Eleman board elinde, suratında yine bir şeyler soracakmış ifadesiyle yaklaşıyor. Yeter ulan. Ver de gidelim işte. Yok, yine soruyor: “Bağlamalar, sağ ayak 90 derece, sol ayak 15 derece açıyla yerleştirilmiş. Uygun mudur?” Uygun mudur? Ne bileyim ben uygun mudur. Ver de gidelim artık. Her zamanki gibi yine kendimden emin bir şekilde cevaplıyorum soruyu: “Uygundur.” 

Neyse. Sonunda tüm soruları cevaplayıp boardları almaya hak kazanıyoruz ve alıp çıkıyoruz.

Google ve Youtube’dan aldığım ileri snowboard eğitimlerinden hatırladığım en önemli kısımlardan birisi, snowboardun ne yöne bakarsan o yöne doğru yöneleceği idi. Yani sağa doğru gitmek istiyorsan sağa doğru bakıyorsun, board yavaşça sağa doğru dönüyor filan. Pistte yukarılara çıkmadan, daha aşağıda hafif eğimli yerlerde boardun çalışıp çalışmadığını test etmek üzere deneme sürüşü yapmanın iyi bir başlangıç olacağını düşünerek nispeten daha sakin bir yere doğru çıkıyorum. Eh bu kadarı kafi dediğim bir noktada boardu ayağıma bağlayıp ayağa kalkıyorum. Her şey çok güzel. Dengede durabiliyorum. Yavaşça aşağı doğru kaymaya başlıyorum. Süper. Peki şimdi şöyle hafifçe sağa doğru gidelim bakalım diyerek kafamı sağa doğru çeviriyorum. Kafamı çevirdiğim tarafta kızakla kayan küçük bir çocuk görüş alanımın solundan girip sağından çıkıyor. Sonra kayak yapan insanlar, düşen insanlar, yuvarlanan insanlar… Hepsi görüş alanımın solundan girip sağından çıkıyorlar. İlginç. Sağa doğru baktığıma göre ve sağa baktığımda boardun sağa doğru gitmesi gerektiğine göre benim, gördüğüm insanlara doğru yaklaşıyor olmam gerekiyor. Burada bir yanlışlık var sanki. Tabi ya. Alçak snowboard kiralayıcısı, bozuk boardu kakalamış; bildiğin dönmüyor bu. Hala aşağı doğru aynı istikamette gidiyorum. Kafamdan bunlar geçerken bir şey daha fark ediyorum. Bu insanlar sanki görüş alanıma daha hızlı girip çıkmaya başladılar. Bir ilginçlik daha… Giderek hızlandığımı fak etmem çok uzun sürmüyor tabi. İzlediğim videolardan hatırladığım kadarıyla durabilmek için boardu önce sağa veya sola bir şekilde döndürmem gerekiyor. Eee bozkuk bu, dönmüyor ki. O sırada bir anons duyuluyor: “Sayın yolcularımız kaptanınız konuşuyor, lütfen kemerlerinizi bağlayınız. Zorunlu inişe geçiyoruz.” Kıç üstü yumuşak bir iniş… Yolculardan kaptana övgüler, alkışlar, alkışlar…

Yaklaşık bir saat boyunca “snowboard yönlendirmede bakışın önemi”, “denge: yerçekimi üzerine iç geçirmeler”, “kaptanınızdan yere yumuşak iniş manevraları” gibi teoride gayet iyi olduğumuz konular üzerine pratik yapıyoruz. Bir saatin sonunda ciddi ciddi olayı kavrıyoruz. Artık piste çıkma vakti geldi diyerek yukarılara doğru çıkmaya karar veriyoruz. Biz yukarı çıkmaya karar verdiğimizde şiddetli bir rüzgar çıkıyor. Bütün teleferikler filan duruyor dolayısıyla. Hoş zaten teleferikle çıkmaya pek niyetimiz de yok. Hem pahalı hem de çok sıra var. “Ne sıra bekliyecez la, çıkarız biz yürüyerek”  gazıyla yola düşüyoruz. Yukarı doğru çıkarken zirve yapmak için tırmanan bir dağcı ekibiyle karşılaşıyoruz. İç geçiriyoruz, selamlaşıyoruz, kolaylıklar diliyoruz filan. Neyse…

İlk uzun yol tecrübesi biraz acılı oldu diyebilirim. Hız yüksek iken yere yumuşak iniş yapılamıyormuş mesela. Bu öyle bir tecrübe ki en az iki gün boyunca her oturulduğunda kendisini hatırlatmayı başarıyor. Her ne kadar ilk seferde düşe kalka aşağıya insek de sonraki seferlerde düşüş sayısı git gide azalıyor. Son 5-6 seferde ise sıfır düşüşle aşağıya kadar inmeyi başarıyoruz.

Snowboard olayı öyle çok abartılacak bir şey değilmiş gibi. İlk bir kaç saat fazlaca düşüp kalkmayı göze almak kaydıyla bir günde tadına vararak snowboard yapmak mümkünmüş. Tabii ki bunda çocukken sokaklarda sırılsıklam olana kadar kaymış olmanın da bir etkisi olabilir.

Her ne kadar, çocukken bin bir uğraşla tahtadan kendi yaptığın kızakla, sırılsıklam olup artık el ve ayak parmaklarını hissetmemeye başlayana kadar kaymanın; sonra istemeden de olsa sümüğünü çeke çeke eve gelerek gürül gürül yanan sobanın yanına oturup, sobanın üzerindeki güğümün altında kalmış olan su damlacıklarının buharlaşmaya çalışırken çıkarttığı cızırtıları dinleyerek, sobanın üzerindeki demlikte artık iyice demini almış olan ıhlamurdan büyük bir bardak alıp içerek ısınmanın; sonra sobanın altında giyilebilecek kadar kurumuş olan eldiven ve ayakkabılar ile soba borusunda takılı olan çamaşır kurutma telindeki asılı giysileri alıp kendini tekrar sokağa atmanın ve bu döngüyü akşam ezanına kadar tekrarlamanın verdiği zevki vermese de snowboard güzel bir şeymiş.

5 Yorum

  1. COCOGINO

    sağ mı sol mu sorusuyla ben de karşılaştım , ben sol aldım arkadaşım sağ bir fark göremedik amaaan osssun yaaaaa dedik çıktık işin içinden zannımca açı ayarı vs de yapmamışlar bizimkine çömezden hallice kaydık bizde

  2. Pingback: bizgi'nin günlüğü » Erciyes’i Snowboard ile Turlamak

Mustafa için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir