Sıradan Bir Gezi, Ilgaz’da Snowboard

İki hafta kadar önce, Pazar günü Ömer ile birlikte Ilgaz’daydık. Günlüğü takip edenlerin hatırlayacağı üzere snowboard olayını bir günde halletmiş insanlardık. E artık yeni yerler keşfetme, yeni pistlere yelken açma vakti gelmişti (gerçi ilk günden sonra bir kaç defa Erciyes, bir kaç defa da Ladik Akdağ’da tekniklerimizi geliştirme fırsatımız olmuştu ama neyse…). Yalnız bu yazı “ne de güzel snowboard yaparız ki biz” ekseninde gelişen bir yazı olmayacak (bu arada snowboard olayını ciddi ciddi hallettiğimizi, artık her türlü pistte, pist dışında filan sorunsuz kayabildiğimizi de laf arasında söylemiş olayım. He-he). Yazının amacı daha çok, bir gezide yaşanabilecek -en azından bizim için- son derece sıradan aksiliklerin Ilgaz ayağını sizlerle paylaşmaktan ibaret.

Aslında her şey bir kaç hafta önce bu sene sezon kapanmadan son bir kez snowboard yapalım fikriyle başladı. İkimiz için de en uygun gün olarak Pazar gününü belirledik. Dışarıdan bakınca Pazar günü sanki benim için pek de uygun bir gün değildi: Perşembe ve Cuma günü İstanbul’a doktora derslerine gitmem, Cuma akşamı otobüse binip Cumartesi günü sabaha karşı Yozgat’a gelmem, Cumartesi günü akşama kadar sınav gözetmenliği yapmam, Cumartesi akşamı arabayla Ankara’ya geçmem gerekecekti. Ama olsundu, doğada geçirilecek koskoca bir gün için -hem de snowboard yaparak- buna değerdi.

Google Maps’ten yaptığımız araştırmalar sonucunda Ankara-Ilgaz arası mesafenin yaklaşık 200 km kadar olduğunu ve 3 saat kadar süreceğini öğrendik ve pazar sabahı erken bir saatte Ankara’dan yola çıktık. (200 km yol 3 saat sürer mi lan? 100’le gitsen 2 saatte keser atarsın. düşüncesindeki arkadaşım: O öyle olmuyor işte. Google ne diyorsa o. Bizim de zamanında oha lan100 km yolu 2.5 saatte anca gidersiniz diyo, bu Google’da artık çok bozdu filan diye çıkışlarımız oldu ama her seferinde boyumuzun ölçüsünü aldık, gerçekten o saatten aşağıya hiç inemedik. O yüzden artık Google 100 km’yi 6 saatte gideceksiniz ulan dese, peki der planımızı ona göre yaparız, o derece) Ankara’dan Çankırı-Kastamonu istikametine doğru şehirler arası yola çıkınca Google’ın 3 saatine yolun bozukluğundan dolayı +1 saat de biz ekliyoruz. Yol o kadar sürprizlerle dolu ki aha da düzeldi lan, bundan sonra bozuk olmaz herhalde deyip hızlanıyorsun, aradan on dakika geçmeden bir anda önünde beliren çukur deryasını fark ettiğinde ayağını gaz pedalından kaldırıp fren pedalına getirinceye kadar çoktan kendini sarsıntılar içinde buluyorsun. Sonra arabanın bir yerlerini arkada bıraktım mı acaba sorusuna cevap aramak üzere korkuyla aynadan arkaya bakarak sarsıntının geçmesini bekliyorsun. Yol tekrar düzeliyor, tekrar bozuluyor… Bu böyle devam ederken dahiyane bir fikirle az önce bizi sollayan aracın peşine takılıyoruz:

Önümüzde bize rehberlik eden araç yavaşlayınca yavaşlıyor, hızlanınca hızlanıyoruz. Böylece önümüzdeki araç sayesinde, çukurlara arabamızın süspansiyonlarının sarsıntıyı sönümleyebileceği hızlarda girmeyi başarabiliyoruz. Tabii bu keyfimiz çok uzun sürmüyor. Önümüzdeki araç bir müddet sonra başka bir yola sapıyor ve biz yine arabayı dağıtmadan bi’ varabilirsek inşallah… temennisiyle yolumuza devam ediyoruz. Hızla giderken asfaltın bittiği, kendimizi paldır küldür toprak zeminde bulduğumuz bir yerde yolun kenarında bekleyen arızalanmış bir ‘Reno 12’ gördükten sonra eğer bu yollar bu tank gibi Reno 12’ye bile bunu yapmışsa benim Polo’ya neler yapmaz düşüncesiyle, yolun kalan kısmını daha temkinli gitmemiz gerektiği konusunda arkadaşımı uyarıyorum. :)

Çukurdu, topraktı, asfalttı derken arabayı dağıtmadan Çankırı’ya kadar varmayı başarıyoruz. Eh, karnımız da acıktı, bir fırın filan bulsak da simit poğaça bi’şeyler alsak diyerek Çankırı caddelerine dalıyoruz. Biraz dolandıktan sonra bir fırın bulup simitleri alıyoruz. Tekrar hareket ettikten kısa bir süre sonra şunun yağına suyuna bi’ baksak ya diyerek arabayı kenara çekiyoruz (nerden çıktı ki durup dururken demeyin. arabamın yağ sensöründe arıza var sanırım, yağ seviyesi gayet normal olduğu halde arada bir yağ koy ulan diye uyarı veriyor. Yoldayken de bir kaç defa uyarı verince insaniyet namına bi’ bakalım dedik). Kaputu açıyorum; yağ çubuğunu çek, sil, tak; çek, bak, sil, tak… hiç bir sorun yok, yağ seviyesi gayet normal. O zaman yola devam, arabaya biniyoruz. Kontağı çevir; araba çalışıyor iki saniye sonra stop ediyor. bi’şey yoktur ya şeyden şeyolmuştur bi’ daha… kontağı çevir; çalışıyor iki saniye sonra stop ediyor yine. Bir kaç deneme daha… yine aynı sonuç. İşte o anda beyin deli gibi çalışmaya başlıyor; bir sürü senaryo gelip geçiyor akıldan. Öncelikle mühendislik damarlarının da kabarmasıyla çözüme yönelik senaryolar geliyor önden. Şimdi, çalışıp stop ettiğine göre bi’şeyler ya yakıtı kesiyor ya elektriği hmm çok güzel bir yaklaşım. O zaman şu yakıt olayına bir bakalım. Aracı LPG’de çalıştırmayı deneyelim: Kontağı çevir; çalıştı, bir…iki… stop. Sonuç aynı. Tamam LPG’yi devre dışı bırakıp sadece benzinle çalıştırmayı deneyelim: Kontağı çevir; çalıştı, bir… iki… stop. Değişen bir şey yok. Demek ki sorun elektrikle ilgili. İşte bu nokta kaputu açma eşiği idi. Alet-edevatı çıkarıp motora dalmam çok uzun sürmedi. Bujiler, buji kabloları, distribütör filan derken artık umutlar tükeniyor. Son aşamada artık kendimi nasıl kaybettiysem -hiç bir alakası olmadığını bildiğim halde- hava filtresini filan söküp boğaz kelebeğine kadar inmişim. Artık bu noktada kafadan geçen senaryolar tamamen değişmiş vaziyette: Günlerden pazar, hiç bilmediğin bir şehirdesin, ustayı nerden bulacaksın? sonra çekici filan da çağırmak lazım… söktüğüm parçaları tekrar takarken kafadaki senaryo da uzayıp gidiyor. Tüm bunlar olurken bir yanda da cep telefonundan internete girip bu neden olur ki diye Ulu Google’da aramalarımız sürüyor. Artık umutlar tükenmiş bir vaziyette arabada oturuken Google aramalarında bir kıyıda “immobilizer” kelimesini görüyoruz. O anda kafada şimşekler çakıyor, ampüller filan yanıyor böyle. Tabi laaaaan… Hemen cüzdanımda taşıdığım küçük plastik yedek anahtarı çıkarıyorum (bu plastik yedek anahtarı akıl eden Volkswagen mühendislerine buradan sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum). Kontağı çevir; çalıştı, bir… iki… üç… dört… beş… hala çalışıyor. Anahtardaki immobilizer vericisi bozulmuş nasıl olduysa. Orada internet ve plastik yedek anahtar çok büyük bir dertten kurtarıyor bizi. E o zaman artık yola devam edebiliriz. Ilgaz’a yaklaştıkça manzara güzelleşiyor. Şöyle yollardan geçiyoruz:

Sabah 6:30’da başlayan ve yaklaşık 3 saat sürmesini beklediğimiz yolculuk saat 11:30 civarında Ilgaz Kayak Merkezi’nde son buluyor. Snowboard kiralama işleri filan derken kaymaya başlamamız saat 12’yi buluyor. Ilgaz Kayak Merkezi’nden biraz bahsetmek gerekirse; kısa bir piste sahip ama eğim oldukça iyi, bir de pistin muhteşem çam ormanlarının arasında olması ayrı güzel. Bu muhteşem doğada snowboard’un tadı da yaşadığımız aksiliklere rağmen bambaşka.

Akşama kadar doğanın ve snowboardun tadını çıkarıyor ve saat 5 civarında dönüş için yola koyuluyoruz.

Ankara’da Ömer’i bırakıp bir müddet dinlendikten sonra akşam saat 9 civarında Yozgat’a doğru tekrar yola çıkıyorum. Yolda olmak zaten çok güzel bir duyguyken gece yolculuğu bambaşka bir güzellik. Özellikle yollar boşsa, sakin bir müzik, farların aydınlattığı kadar bir yol parçası, sakinlik, dinginlik… (tabii uyumamak şartıyla :)) Böyle sakin sakin giderken aklıma gün içinde yaşadığımız aksilikler filan geliyor. Derken, -kesinlikle hiç bir abartı yok, aynen aktarıyorum sayın okur- çok sert bir şekilde o kadar çukura girdik iyi ki lastiğimiz filan patlamadı bir de onunla uğraşmadık. Hehe zaten ben arabayı aldım alalı hiç lastiğim patlamadı ki…  gibi bir düşünce aklımdan geçerken bir anda öyle bir çukura giriyorum ki… işte o anda suratımda garip bir gülümsemeyle beklemeye başlıyorum; acaba araba sağa mı çekecek yoksa sola mı? Evet sağa doğru bir hareketlenme var, eh peki madem duralım bakalım; sağ ön lastik gitmiş.

Stepneyi (emmilerimiz ona işletme derler) suratımda garip bir gülümsemeyle takıyorum. Yozgat’a yaklaşık 50 km yol var. Stepne ince olduğundan dolayı en fazla 50 km/h hızla gidebiliyorum.

Kalan yolu arabada kendime gülerek -hatta arada kahkaha attığımı bile hatırlıyorum- geçiriyorum. Eve vardığımda saat gece 1:30’u filan gösteriyor.

Ömer ile ne zaman yola çıksak -özellikle benim arabayla- başımıza muhakkak bu tip saçmalıklar gelir. Artık o kadar alıştık ki yola çıkar çıkmaz acaba bu seferki saçmalık ne olacak ve ne zaman olacak diye meraklanıyoruz. Bir şey olmadığı zamanlar ise ki ben öyle birşey hatırlamıyorum, gerçekten şaşırıyoruz.

Bu da böyle bir anımdır.

3 Yorum

  1. uğur

    (bkz: vay anam vay serhat neler dönmüş ya)

    madem biliyosun senin arabayla çıkınca bi’şey geliyor başınıza, neden gidiyorsunuz dicem de böyle okuyunca zevkli oluyormuş :) anlıcan anne gibi takılıp sinir moda sokmaya gerek yok kimseyi. bu arada ikinci fotoğraftaki araba 76 toros gibi durdu gözüme. efsane o efsane..

  2. ozi

    Bizim arkadaslar da hemen hemen ayni vakitlerde tur kayagi icin gitmisler, ilginizi ccekerse.

    Merhabalar,

    10 Mart’ta 3 kişilik bir ekip olarak ILGAZ’a tur kayağına gittik. Bu rotanın karlı dönemlerde tur kayağı için Hasan ve Erciyes’e ciddi bir rakip olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden aşağıdaki bilgileri sizinle paylaşmak istiyoruz:

    Tarih : 10 Mart 2012 Cumartersi
    Rota : ILGAZ, Büyük Hacettepe Zirvesi (2580m)
    Rota Başlagıcı: TOSYA – Yukarı Berçin Köyü (1480m)

    ZAMAN BİLGİSİ:
    06.30 – Ankara’dan yola çıkış
    09.00 – Y.Berçin’e varış (Ankara-Y.Berçin: 250 km, Tosya-Y. Berçin arası 14km.)
    10.00 – Karda yol kenarına park yeri hazırlama, park etme ve hazırlanıp köyden çıkış
    14.30 – Zirve
    15.00 – İnişe başlangıç
    17.00 – Köy’e dönüş
    22:00 – Tosya’da akşamyemeği ardından Ankara’ya varış

    Yol kar nedeniyle tek şeritti ve köye girip bitti, cami yanında ankara’dan gelen bir başka grup tarafından doldurulmuş bir iki arabalık park yeri vardı. Köyden Köy’e yürüyerek zirve ve kayarak dönüş toplam rota uzunluğu 17-18 km (Hasan’ın 2-3 katı). Yukarı berçin köyü orman içinde ahşap evleri, ve misafirperver insanları ile güzel bir köy. Köy ile zirve arasında orta noktada, sırtın solundaki vadinin sonunda, orman bitiminde yayla evleri var ancak biz bir kaç km uzaktan geçtik. Rotayı takip etmek çok kolay, köyden yola devam ederek vadiye girince bir süre sonra yol sağ sırta çıkıyor. Sırttan ilerleyip doğru zirveye kadar gidiliyor. Dönüşte (kayak için) hızlı olmak için bu sırtın solundaki vadiden aşağı ilerledik ve sağa yamaca çıkan yol izi olan bir yerde kayakları çıkarıp sırta tırmandık (fok derileri de takılabilir). Sırttan aşağı vadiye kayış ormanda olduğundan biraz zorladı. Biz yolu da kullandık. Kar çok olduğundan kayarak Aşağı Berçin’e kadar gidilebiliyordu.

    Rotanın baharda yürüyüş için güzel olacağını tahmin ediyoruz. Ekte fotoğrafları var. Fotoğraflardaki köpekler, çok yorulmalarına karşın bizi zirveye kadar takip etti.

    Aşağıdaki adreslerden köyle ilgili bilgi alabilirsiniz:

    http://www.tosya.gen.tr/fotograf-galerisi/tosyanin-koyleri/yukari-bercin-koyu/yukari-bercin-7.html

    http://www.yukaribercin.com/default.asp

    NOT: Bu haftasonu için tur planı yapan var mı?

    İyi baharlar,

  3. Burak İzgi

    Uğur,
    Böyle sonradan anlatınca, okuyunca filan gayet zevkli tabii de o anda biraz sinir bozucu olabiliyor. Ama alıştık artık :)

    Ozi,
    Paylaşım için teşekkürler. Ilgaz gerçekten muhteşem bir doğaya sahip. Yazın fırsat bulabilirsek tekrar gitmeyi düşünüyoruz. Belki aynı rotayı yürüyerek geçebiliriz. Bakalım… :)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir