Akdeniz Ege Turu – Bölüm 3

Bu bölüm son. Önceki bölümler şurada ve şurada idi.

Saklıkent Kanyonu’ndan sonraki durağımız bu gezide en çok görmek istediğim yerlerin başında gelen Kelebekler Vadisi’ne ineceğimiz Faralya idi. Öğlen vakitlerinde Saklıkent’ten çıkıp doğruca Faralya Köyüne gittik. Kelebekler Vadisi’ne ertesi sabah inmeyi planlıyorduk. Kalacak yerimizi ayarlayıp akşama kadar civardaki bir diğer güzellik olan Kabak Koyu’nda vakit geçirelim diye düşündük.

Kelebekler Vadisi ve Faralya  denince rastlayacağınız üçüncü kelime George House: Faralya Köyü’nde bulunan, Kelebekler Vadisi manzaralı bir pansiyon/camping. İnternette övgüyle bahsedildiği için burada kalmayı planlıyorduk. Faralya’ya vardığımızda doğruca George House’a gittik. İnternette rastladığım yazılarda buranın, sahibi olan aile tarafından işletildiği söyleniyordu fakat işletmeyi yabancı bir hatun abla almış. Çadır için verdikleri fiyat bize uymadı. Biz de “lan her yer bizim nasıl olsa, illa ki çadır kuracak bir ağaç gölgesi buluruz” düşüncesiyle oradan ayrılıp Kabak Koyun’a doğru yola devam ettik.

Kabak Koyu hakkındaki bilgimiz çok güzel olduğu ve koya araçla inilemediğinden ibaretti. Tam olarak nereden koya ineceğimizi bilmediğimizden yol üzerindeki bir köy bakkalına sorduk. Hemen şu ilerideki patikadan ineceksiniz dediler. Arabayı yol kenarına park edip küçük bir sırt çantasıyla ormanın içine daldık.

Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş sonrasında deniz kıyısına ulaştık. Fakat bir terslik vardı sanki. Burası fotoğraflarda gördüğüm Kabak Koyu’na hiç benzemiyordu. Kabak Koyu’nda bir sahil, kumsal filan olması gerekmiyor muydu? Burada ormanın bittiği noktada başlayan kayalıklar denizin içine doğru devam edip gidiyordu: bildiğin kayalık. Tamam manzara süper, deniz tertemiz, denize girenler filan da var ama aradığımız şey bu değil.

Kafe tarzı bir yerde oturan üç – dört kişiye yanaştık hemen: “Biz Kabak Koyu diye şeetmiştik ama…” Siz çok yanlış gelmişsiniz kardeş bakışları eşliğinde Kabak Koyu’nun, arabayı bıraktığımız yolun sonunda olduğunu söylediler. Peki deyip tekrar yukarı çıkmak üzere indiğimiz o dik patikaya doğru isteksiz adımlarla ilerledik.

Bu vakit kayıpları da eklenince Kabak Koyu’na ineceğimiz köye vardığımızda saat akşam üzeri altı civarlarını buldu.

Koya inmenin iki yolu var: Birincisi patikadan yürüyerek, ikincisi belli bir ücret karşılığı arazi aracıyla dağ yolundan. Herkesin artık arazi araçlarıyla geri dönmeye başladığı saatler olmasına rağmen biz tabii ki yürümeyi tercih ettik. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle koya indik. (Nerede bu panaromik fotoğrafın büyük hâli diyenler için 1600px’lik fotoğraf burada)

Zeminin taşlık olması dışında koy gerçekten çok güzel, deniz tertemiz. Fakat akşam saatleri olması nedeniyle deniz biraz fazla dalgalıydı. (fotoğrafın büyük hali için buradan)

Biraz denize girdik, biraz dinlendik, biraz fotoğraf çektik.

Artık yavaş yavaş akşam olması ve bizim hâlâ kalacak bir yer belirlememiş olmamız ve hava kararmadan kampı kurmak istememiz nedeniyle,  sürekli servis yapan arazi araçlarının birisine atlayıp yukarı çıktık.

Yukarı çıktıktan sonra arabamıza atlayıp Faralya’ya doğru yola çıktık. Kamp için uygun bir yer bulabilmek için etrafa baka baka gidiyorduk ki tam yol kıyısında böyle deniz manzaralı, adeta çadır kurmak için zemini düzleştirilmiş bir yer gözümüze ilişti. Arabadan indiğimizde o düzgün zeminin yoldan görünmeyen kısmında bir sürü arı kovanı vardı. Şansımızdan -ki genelde bu konuda hiç iyi değilizdir- arı kovanları boştu. Hatta bir çoğu devrilmiş ve kırılmıştı. Kovanları bir kenara çekip çadırlar için yer açtık. Muhtemelen kovanları koyabilmek için zemini düzlenmiş olan bu yere hava kararırken çadırlarımızı kurduk.

Akşam yemeğinin ardından ay ışığının aydınlattığı manzaraya karşı çay keyfi, günün bütün yorgunluğunu aldı.

Kaya tırmanışına çok hevesli bir insan olmama ve tırmanışla ilgili elime geçen her şeyi okuyup, videolar filan izlemek suretiyle teorik bilgimi belli bir seviyeye getirmiş olmama rağmen bir türlü işi pratiğe dökme fırsatı bulamadım. Hal böyle olunca nerede bir kaya görsem direkt tırmanasım geliyor. Sabah da aynı şey oldu: Çadırları dibine kurduğumuz kayada boulder yapma isteğine karşı koyamadım. Başlarda her şey güzeldi fakat bir süre sonra ayağımın kaymasıyla birlikte, dirsekle kayadan kıvılcım çıkarmanın aslında o kadar da zor olmadığını öğrendim. Tırmanış insana gerçekten çok şey öğretiyor.

 

Kahvaltımızı yaptıktan sonra Kelebekler Vadisi’ne gitmek üzere eşyaları toplayıp yola çıktık.

Vadiye inen patika George House’un bahçesinden başlıyor ve manzara muhteşem.

Kelebekler Vadisi’ne inen herhangi bir araç yolu bulunmuyor. Vadiye ulaşmanın iki yolu var: Ya Fethiye’den tekne ile geleceksiniz ya da bizim yaptığımız gibi Faralya’dan vadiye inen patika yolu kullanacaksınız.

Vadiye inen patikanın tehlikeli bir yol olduğuna dair pek çok yerde pek çok yazıya rastlayabilirsiniz. Peki gerçekten tehlikeli mi? Evet tehlikeli. Hatta geçtiğimiz yıllarda burada maalesef ölümlü bir kaza da gerçekleşmiş. Ama buradaki kilit nokta kişinin kendisini, tecrübelerini ve becerilerini bilmesiyle alakalı. Eğer az çok doğa ile içli dışlı biriyseniz, doğa yürüyüşlerine çıkıyor, kamplarda kalıyorsanız ve en önemlisi doğada yapılan herhangi bir faaliyette tedbirsizliğe ve dikkatsizliğe hiç bir şekilde yer olmadığının bilincinde bir insansanız, sizin için buradan vadiye inmenin ormanda trekking yapmaktan pek de farkı olmayacaktır. Sadece patika boyunca bir kaç tane bulunan ve iplerden destek alarak inmeniz gereken dik etaplarda biraz daha dikkatli davranmanız gerekecektir, o kadar.

Biraz daha aşağılardan manzara şöyle:

Yaklaşık olarak 45 dakikada vadi tabanına ulaştık. Vadiye iner inmez deniz yerine vadinin iç kısımlarında bulunan şelalenin buz gibi suyunda serinlemeyi tercih ettik (Nerede soğuk su kaynağı görsek daldığımız için bağımlılık yaptı tabi, bünye istiyor :)).

Şelalede serinledikten sonra Kelebekler Vadisi’nin o muhteşem denizinin tadını çıkarmak üzere sahildeyiz.

Deniz gerçekten tek kelimeyle muhteşem.

Tekne turlarıyla gelip yarım saat kadar vakit geçirenleri saymazsak oldukça sakin bir yer burası. Belki de vadinin işletmesinin el değiştirmiş olmasının da etkisi olabilir bunda. Çünkü, işletmenin el değiştirmesi sonrasında internette vadiyle ilgili rastlayacağınız hemen hemen bütün yazılar bu değişimin vadinin o eski ruhunu öldürdüğüne yönelik eleştirilerle dolu. Ben öncesini bilmediğimden ve sadece bir kaç saatliğine vadide bulunduğumdan dolayı bu konuda bir yorum yapamayacağım. Vadinin bende bıraktığı tek etki o muhteşem doğası.

Vadide epeyce bir zaman geçirip, denizin tadını çıkardıktan sonra maceralı dönüş yoluna koyulduk.

Molalar, yolun ortalarında iple geçilen kısımlardan birinde, nerede oldukları ve nereye gittikleri hakkında hiçbir fikirleri olmayan, “Şimdi bu Kelebekler Vadisi neresi oluyor?” sorusuyla bizi dumura uğratan iki kişinin ipli kısımdan inmelerini beklemek filan derken Faralya’ya çıkmamız yaklaşık olarak 1 saati buldu.

Gezinin bundan sonrası Gökova, Datça, Marmaris, Bodurm, Didim, Kuşadası, İzmir ve İzmir’den Ankara’ya dönüş şeklinde devam etti. Kelebekler Vadisi’nden sonra hiçbir yerde denizden tat almak mümkün değildi ki öyle de oldu. Kalabalık şehirler, kalabalık plajlar, yüzeyi güneş yağı kaplı kirli denizler… Hal böyle olunca geziyi biraz hızlandırdık, bazı yerleri hızlıca turlayıp geçtik. Böylece geziyi bir kaç gün erken bitirip Ankara’ya döndük.

 

5 Yorum

  1. Doğancan Beşikci

    Fethiye ve çevresi tartışmasız türkiyedeki en güzel sahilleri ve denize girilebilecek mekanları barındırıyor.Anladığım kadarıyla siz kelebekler vadisine kara yoluyla ulaşmışsınız.Fakat şöyle bir tavsiye olabilirdi: eğer tura katılmış olsaydınız hem kelebekler vadisine denizden ulaşma şansını ve manzarayı daha güzel görmenize olanak olurdu ayrıca bu turla beraber 12 adalar diye adlandırılan takım adaları ve metrelerce derinlik olmasına rağmen cam gibi olan denizi görüp yüzme şansınız olacaktı.

    1. Burak İzgi

      İlker,

      Linki kısalttım müsadenle.

      Yaklaşık 3500 km yol yaptık. Aracımız benzinli 1.2 Polo idi. Yakıta harcadığımız para 650 TL civarındaydı ki gezi bütçesinin en büyük kalemini oluşturdu.

      Selamlar.

  2. selim ural

    Merhaba,

    Serinin üç bölümünü okudum çok güzeldi.İstanbuldan 12 temmuzda çıkıp 20 ya da 25 gün sürecek bu seneki ege akdeniz turumda antalyada bitirmeyi planlıyorum.Gerekli açıklamalar için teşekkürler.

Burak İzgi için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir