Gökyüzü merakım aslında çocukluğumdan beri olan bir şey. Küçükken her ay düzenli olarak alma imkanım olmasa da elime geçtikçe okuduğum Bilim Teknik Dergilerinde en çok ilgimi çeken ve heyecanla okuduğum yazılar uzayla, evrenle, yıldızlarla filan ilgili olanlardı. Yıldızlar, süpernovalar, pulsarlar, devasa boyutlar, devasa kütleler ve hızlar… Bazı terimleri anlamasan da tüm bunları okurken heyecanlanırdım. Yine Bilim Teknik’te “Hubble Uzay Teleskopu bilmem ne takım yıldızını görüntüledi” diye küçük bir haber olurdu; muhteşem bir fotoğraf ve altında kısa bir yazı. Yazının sonunda ise haberin alındığı web sitesinin adresi yer alırdı. Evlerde bırakın interneti bilgisayarın lüks olduğu, internet kafelerin yeni yeni açıldığı zamanlarda web adreslerini yazdığım kağıt parçasıyla internet kafeye gider, Hubble’ın çektiği diğer fotoğraflara bakardım. TUG ilk açıldığında düzenlenen gökyüzü gözlem şenliğine katılma hayalleri kurduğumu, hatta bir ara ciddi ciddi astronomi ve uzay bilimleri okumayı düşündüğümü bile hatırlıyorum. Şimdilerde ilgimin yok olmasa da bayağı azaldığını söyleyebilirim.
– – –
Geçen pazartesi günü Zirve dağcılık kulübünün e-posta listesine düşen bir mesajla tüm gece boyunca meteor yağmurunun çıplak gözle seyredilebileceğini öğrendim. Bu meteor yağmuru, Dünya’nın Swift-Tuttle kuyruklu yıldızının kalıntıları arasından geçerken, kuyruklu yıldızdan kalan parçaların atmosfere girmesiyle meydana gelen; her yıl ağustos ayının başında gözlemlenebilen ve Perseid olarak adlandırılan meteor yağmuruymuş.
Bu bilgilerle, yıllardır yatışmış olan gökyüzü merakım canlanıverdi. Fotoğraf makinamın dandik, en fazla 3.5 açılan diyaframlı lensine, yirmi liralık adi tripoduma aldırmadan meteor avına çıkmaya karar verdim. Bir termos kahveyi, biraz suyu ve çikolataları küçük sırt çantama atıp, şehrin ışıklarından biraz da olsa uzaklaşmak adına Yozgat’ın meşhur çamlığına doğru akşam sekiz civarlarında yürümeye başladım.
Yarım saatlik yürüyüş sonrasında fotoğraf çekmek için uygun bir açıklık bulup havanın iyice kararmasını beklemeye başladım. Bu sırada batı ufkunda ay alçalmaya devam ederken bir fotoğraf çektim. Fotoğrafın sağ tarafındaki parlak cismin Venüs gezegeni olduğunu biliyordum. Bu yazıyı yazarken Ay’ın yanındaki diğer iki cismin ne olduğunu merak edip Stellarium programından baktım. (Müthiş bir program. Üstelik açık kaynak kodlu özgür bir yazılım kendisi). Ben ikisinin de yıldız olduğunu düşünürken fotoğrafa bir tane daha gezegen girmiş olduğunu öğrenmek sürpriz oldu. Ay’ın sol üst kısmındaki soluk nokta Satürn gezegeniymiş.
(Tamam diğer noktayı da söyleyeyim, merakta kalmayın: Ay’ın sağ alt kısmındaki nokta Başakçı Yıldızı (Spica, α Vir ). Bi’ rahatlama oldu umarım. Eheh.)
– – –
Okuduğum yazılarda Perseid meteor yağmurunun kuzeydoğu ufkunda akşam sekizden itibaren gözlemlenebileceği söyleniyordu. Fotoğraf makinamı kuzeydoğu ufkuna doğrultup deneme çekimleri yaparak beklemeye devam ettim. Saat dokuz civarlarında ilk meteoru gördüm. Oldukça parlak biçimde kuzey yönünde ufka yakın ve paralel olarak bir anda görünüp kayboluverdi. Fotoğraf makinası biraz daha doğuya dönük olduğundan ilk meteoru kadraja sokmayı başaramadım. Neyse dedim; bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Saat ilerliyor fakat meteorlardan ses seda çıkmıyordu. Ben de bu sırada kendimi kahveye ve çikolataya vermiş, gelip çeçen uçakların ışıklarını filan izliyordum. Ay batıp ortam biraz daha kararınca şerit halinde tüm gökyüzünü kaplayan Samanyolu da belli belirsiz görünmeye başladı. Madem meteor yok bari Samanyolu’nu çekeyim diyerek makinayı güney ufkuna doğru çevirip pozlamaya başlamıştım ki doğu tarafından bir meteor daha hızlıca geçip gitti.
Sonrasında beş altı tane daha meteor gördüm fakat hiçbirini yakalayamadım. Meteor geldiğinde ya kadraj dışındaydı ya da makina pozlamayı bitirdiği anda geliyordu. Anlaşılan bedevilik faktörü devredeydi. Bu noktadan sonra yapacak pek bir şey kalmadı tabi. Meteor fotoğraflamaktan vazgeçip patika yola çıktım. Yoldan bir tane daha Samanyolu fotoğrafı çektim. Kayseri yolu ve Bozok Üniversitesi kampüsünün ışıkları eşliğinde belli belirsiz Samanyolu:
Saat on bir buçuğa geliyordu. Eve doğru yürürken ‘lan son bir şans’ deyip makinayı kuzeydoğuya yönelttim ve deklanşöre bastım. Elli saniyelik pozlama sonunda doğal olarak meteordan iz yok, bomboş bir fotoğraf daha:
Madem meteor yok Samanyolu var. Meteor fotoğraflayacağım diye çıkıp soluk Samanyolu fotoğrafları ile geri dönmek de böyle bir şey demek ki. Bu son vallaha, başka yok.
Eve döndüğümde saat on iki filandı.
Ertesi gün bakalım kim ne çekmiş diye internetlerde dolanırken meteor yağmurunun saat on iki civarlarında daha da yoğunlaşacağına dair önceki gün yazılmış yazılara rast geldim. Bir an “lan keşke bir kaç saat daha bekleseydim” diye düşündüm ama sonra bedevilik faktörü geldi aklıma. Beklesem de bir şey değişmeyecekti. Meteorlar bir o yana bir bu yana gökyüzünde salınırken ya makinanın bataryası bitmiş olacaktı ya tripoda bir şeyler olacaktı ya da ne bileyim, meteor bizzat kendisi makinaya girecek fakat bir türlü fotoğraf karesine girmeyecekti. Bedevilik faktörü çok fena…
Bu meteor yağmuru ile gökyüzü merakımın üstündeki külleri şöyle bir üflemiş oldum sanki. Hadi bakalım hayırlısı.
Ha bu arada ben hiç meteor yakalayamadım ama Ontario – Kanada’dan Darryl kardeşim affetmemiş maşallah: Buyrun APOD sayfasına.
Hocam aslında meteorlar her yönden gelebiliyor olsalar bile çoğunlukla bir yönden yağar keşke stellarium gibi bir programdan yardım alsaydınız. Birde takip kundağınız yokken fotoğrafları 2-3 sn den fazla pozlamamak gerek :D yoksa yıldız izlerinden geçilmiyor ortalık.
Düzeltme: Zaten uygun yönü ve programı biliyormuşsunuz benim yazdıklarım biraz gereksiz kalmış pardon. :D
:)
Bedevilik bu noktada cidden çok kötü hissettiriyor. En güzel meteor makina çekimini bitirdikten yarım saniye sonra çıkagelir, sen sağa bakarken soldan ateş topu geçiverir.. Tübitak’ın şenliklerinde bile bir yerden sonra vazgeçip matın üstüne yatıp seyretmeye koyuluyordum :)
güzel bir yazı elinize sağlık